silvershadow
Emekli
- Katılım
- 6 May 2015
- Mesajlar
- 8,996
- Tepkime puanı
- 1,342
- İsim
- Murat İNCİ
Serviste Boya koruma, koltuk koruma, motor koruma ve su kaydırıcı uygulaması.
Başlığa bakıp aldanmanız için hazırlandı bu tuzak...
Tıpkı diğerlerinin düştüğünü görüp "ben onlar gibi asla tongaya düşmem" diyerek kendini dünyadaki en uyanık kişi zannederek yaşamı boyunca kendi kendinden başkasını asla kandıramayacak olanlarla bir arada yaşadığınız bir dünyada "ben asla tongaya düşmem" diyenler için yazılmadığı için tüm bu uygulamaları üçe beşe bakmadan yaptırın gitsin.. Bu kimseler için buradan sonrasını okumak gereksiz ve dolayısıyla bundan sonrası spoiler...
Aracın ödemesini yapmanıza bir iki gün kala telefonunuz çalacak..
Telefondaki ses : "Beyefendi hayırlı olsun biz... Volkswagen bayisinden arıyoruz."
dediklerinde yüreğiniz bir gümbür gümbür atacak o an...
"Eyvah bir sorun mu çıktı yoksa?" diyerek..Telefonu tutmayan diğer eliniz istemsizce başınıza gidecek ...
Sonra kulağınızdan gelen verilerin işlenerek kulaklarınıza inanıp inanmamakta karar vermenizi sağlayan tüm o süzgeçlerden geçecek duyu verisi sizde yarattığı tusunami dalgasının saniyede 10 metre/saniye hızla beyninizde ilerleyecek ve düşüncenin ışıktan da yüksek hızı nedeniyle ruhunuzda en ücra köşeye yarattığı yıkımın ulaşması için, size bir yıl gibi gelecek bir kaç salise bekledikten sonra karşınızdaki yıkımın tam gerçekleştiğine emin olarak sakin sakin konuya girecek...
Telefondaki ses : "müthiş bir ... renk araç almışsınız koltuklarınız ne renkti acaba?"
Eh doğal olarak bir ana gerilen milyarlarca nöronun yarattığı stres hormonu yerini dopaminin "kimyasal bir bu da boşa gitmesin yazıktır diyerek dönüştürülmesiyle "serotonine ve tarifsiz bir tatmin ve mutluk duygusuna yol açacaktır. İşte bu nöro kimyasal işlemler Oksitosin'e dönüşünce ansızın temel içgüdülerimiz harekete geçecek ve daha bir samimi, sıcak ve yıllar önce kaybettiğimiz eski bir sevgilinin sesine benzetilecek mutlaka. İşte en büyük hatalarımızı cürümlerimizi işlediğimiz suç mahalli olan gençliğimiz ve suç ortağı hormonların galeyanına gelerek coşkusuna kolayca kapılıp ilk kalkan gemiye binecek duygularınız...
Siz uzaklaşırken ardınızdan koşsa da, bir karış yukarıda olduğu için altından geçtiğiniz ve altından geçmenin talihsizlik getirmesine batıl da olsa inanılacak talihsizliklerin başlamasına vesiledir bir merdivene çarparak yere düşen aklınızın geride kalması.Akıl başta değilse başa gelenler
Geride bırakıldığından değil kanatlanan duygulara asla yetişmesi mümkün olduğunu bildiğinden kaplumbağa ile tavşan masalında olduğu gibi kaplumbağa misali asla tavşanı geçemeyeceğini bildiğinden geçse geçse masallarda geçileceğini bildiğinden o zaten kazandığı finiş noktasında gelmesini ve kendisini bulmasını bekler duygularının.
Başlangıç noktası bitiş noktasıdır çünkü.. ve hikayenin sonu başından bellidir. Akılla çıkılmayan yolda başa döner duygular başa geldiğinde akıl anlaşılır ki kaybedilen zaman ve para değil tecrübesizliğimizdir.
Geç kaldı diye gemiye alınmayan ve limanda bırakılan aklımız ve mantığımızın vedalaşmak için el salladığını sanar duygular.Oysa ki, el sallamak yerine geriye gel diye çağırmaktadır son kez de olsa onu. Kulağa, dudağa, tene, tatma ve koklama duyularına hükmeden duygular; aslında bindirildiği geminin adını göremez; aklın telkin ettiği sezilerin çağrılarını duymazdan gelir; tenindeki yanma hissini heyecana ve yanık kokusunu hiç mi hiç almaz.... Çünkü maşuk aşığına ulaşmak ister ve bu uğurda sevdalandığı ışığın kaynağı bir pervanenin kanatlarını tutuştururcasına yaksa da, hissedemez, aşkın meyinin tarifsiz tadını halen damağında hissederken.. İşte o geminin adı Pişmanlıktır...
Gerçeğin kayalıklarına bindirmezse kayalıkları bulacak kadar uzağa dahi gidemediğindendir.
Mutluluk; aklı başındalık uğruna kurban edildiğinde tek bir damla göz yaşı dökmez..
Apartopar çıktığımız bu yolculukta kendisine varmayı istediğimiz arzu öznemiz veya nesnemiz olan aşık olunan, gemi ilerledikçe anlamsızca uzaklaşmakta ve bindiğimiz geminin bizi bir yere götürmeyip iki tur attırıp kandırıp bizi "kendimize geri getirdiğimizde" başımıza gelebilecek en kötü şeyin akıl olduğunu da bilmeli..
Tanrılar arasında bir tanrı olarak ölümsüz olmaktansa ölümlüler arasında bir köle olmayı tercih eden Akhilleus deli değildi. Sadece insanca yaşanacak duyguları ve hazları kurban etmeyi istemedi o kadar..
Ölümsüz olmak insanca tutku ve hazlardan müstesna bir yaşam yaşanmış mıdır? Ölümsüzlük sözde kalmış bir şeydir, aklın almayacağı bir şeydir ve aklın alamayacağını duygular kavrayıverir kimi zaman.. Her aşık aşkını ölümsüz sanar mesela... Hiç bitmeyecekmişçesine yaşar..
Ama bu yolculukta duyguların ödeyeceği bedel ağırdır; çünkü yaşamak ağırdır. Kendimizi kısa süreliğine ağırlıksız hissettiren o ses bizi alıp olmadığımız bir yere koymuş orada unutmuş olmalıdır. Eğer unutmamışsa da unutmalıdır..
Ama en çok da adına "hatıralar" denen aslen yaşamın fahiş bilet ücreti olarak ileride tahsilat için zorla imzalattığı hatalar ve cürümler manzumesinden oluşan senedine göz yaşı dökülmelidir.
Çünkü aslında bedel; ödendikçe ağırlaşan gam yüküdür, çektikçe azalacak yerde artandır, fırtınadan sonraki yıkıntı, selden geri kalan mildir.
Ancak okuma yazması olmadığını söylemesine aldırmayın. okuma yazması olmadığı için imza atamayacak olan ve parmağını basan, parmağını kendi gönlündeki yaradan akan kanına bulamış, gelmiş geçmiş en büyük yazar ve şairdir o.. mırıldanmasının terennüm olduğunu nice sonra anlayıp terennümün de ninni olduğunun farkına varıp uyutulan mantığımız olduğunu fark ettik, ettik; etmedik tuzağın veya kapanın yayının gerilmesine neden olacak doneleri karşımızdakine gönüllülükle boyun eğerek riyazetle teslim ederiz.
İrademizi teslim etmek, doğru yanlış diye karar vermek ve bir dolu kaçınılması gereken şeyden kaçınmanın verdiği ağırlıkla adımlarımızı sürükleyerek attığımız ve haz alamadığımız bu dünyada ansızın kendinizi ağırlıksız bir ortamda buluvermek demektir. İrade teslimi denen bu olgu tastamam telefonla dolandırılan herkesin başına gelendir. Tıpkı güzel bir filmi seyrederken onun aslında gerçek olmadığını hatırlatmak ve hatta dahası sahne ve perde arkası görüntüleri izlemekle aynı mazoşist yaklaşımdır. Oysa insan mucizelere inanmak ister, kahramanlıklara.. Hatta mucize gerçekleştiren kahramanının da kendisinin olduğu bir masala inanmak ister. Ve kandıran dolandırıcı değil kendi kendimizdir.
Telefondaki koltuğunuzun rengini soran sese Siyah deseniz;
Telefondaki ses:" siz şimdi siyah leke göstermez sanıyorsunuz oysa asıl o leke gösterir" diyecek.
Kum beji deseniz.
Telefondaki ses:" Ahhh. ne güzel ferak açık bir renk ama maalesef kir gösterir" diyerek tuzağın yayını, tuzağın ağını gerecek.
Sonra da sizi gerdikten sonra tekrar rahatlatacak o sihirli kelimeleri söyleyecek...
Telefondaki ses: "Ancak Beyefendi endişelenmeyin; sizin gibi özel (müstesna) müşterilerimiz için ücretsiz(bedava) koltuk koruma yapıyoruz."
O koyu renkli olanlar bahsini ettiğim sihirli kelimelerden bazılarıdır...
Bizler hangi cümle içerisinde olduğu fark etmez bu sözcüklere kodlanmış bir yaşantı süreriz. Bunları duyduğumuzda cümle içerisinde kullanıldığı yer ve hatta cümlenin anlamını yok sayarak bu sözcük bir anahtar ise biz parolayı; bu sözcükler bir parola ise anahtar sözcüğü söyleriz.
"Evet"
Ve arka landa bizim duymadığımız metal bir parmaklık kapısının sertçe çarpmasına benzer bir ses işitmeniz gerekirken işitmemeyi tercih ederiz. O ses kapanan tuzağı, kapanan kafesin sesidir. Artık içindeyiz. Artık rahatlayın... olan oldu.. Kaçmaya çalışmak faydasız.
Çünkü insana özgü kendini özel hissetme ve emeksiz kazanmaya da fırsat buldu mu değerlendirme isteği kontrolü ele almıştır. Telefonla dolandırılanlar ya derinden derine kendilerini suçlu hissedenler ve bunun kefaretini ödemekteler ya da aç gözlülüklerinin ve kendilerini özel hissetmenin/kahraman olmanın peşindeler.
Evet diyen; şu tapon yazısında olduğu gibi kendisini "hayatınızda yönetmen olup, istediğinize rol istemediğinize yol veren" sanarken aslında düpedüz kukladır.
Çünkü "Koltuk koruma" adını verdikleri sizin herhangi bir büyük marketten bulup 7 liraya alıp sıkıp uygulayabileceğiniz bir şey.
Hele hele oraya kadar gitmişseniz hipnotizenin en önemli kısmı olan kontrol altına girmenin en önemli aşamasını geride bırakmışsınızdır. Hatırlatırım en iyi hipnotize olanlar ; "Ben hayatta hipnotize olmam" diyenler olması gibi oraya kadar gidince size bir çay ısmarlayacaklar ve vicdanen suçlu ve borçlu hissettirmek yolunda ikinci adımı atacaklar... SOnra sizi beklemeye alacaklar 10 dakika sürmeyecek bir iş için sanki çok önemlimiş gibi göstermek adına bir saatte bitirme sözü verecekler. Eh ikinci çayı veya kahveyi içtikten sonra insan daha bir rehavete kapılıyor bedavaya buldum diye. O arada size :
- "Siz şimdi boya siz sıfır araba sanıyorsunuz ki çizik yok Aaaa bakın bir sürü metal tozu ve kılcal çizik dolu"
veya
- "buna motor koruma da lazım.. ama bedavaya yaparız boya koruma yaptırırsanız."
Maymun tuzağı denen bir tuzak var. maymun satanların onlara zarar vermeden keşfettikleri bir yöntem. bu yöntemde primatlara özgü açgözlülüğü onları avlamakta kullanıyorlar. Nasıl mı? bir adet Hindistan cevizi alıp içerisinden küçük bir maymun eli geçecek kadar delinir ve içi boşaltılarak bir ağaca bağlanır. İçerisine de maymunların sevdiği bir meyve veya yemiş konur. Maymun bu yemişi almak için elini sokar ama eliyle yemişi kavradığı için boşken güçlükle geçen eli artık bu delikten geriye çıkamaz. Maymun elindekini bırakmak istemez ve istemeyince de elini çıkaramadığı için kapana kısılır.
İşte bunun gibi size bu esnada başka bir teklifte bulunarak elinizdekini kaybetmeme hırsıyla kapana kısıldığınızı fark etmeden başka bir açgözlülük merkezinizi uyaracak nesne ortaya çıkartırlar.
Siz de yeni aldığınız bu araca kıyamayıp zarar gelmesin isteyeceksiniz.
Eh malum Sonra sürecekler wax'ı size boya koruma diye sizi kandırmaya kalkacaklar.
Alacaklar sizden 1000 lira
Bu "mazlum" ve "saf insanları" kandırdığınız için sızlayan vicdanınızın sızısını dindirmeye yetmeyecek belki ama cebinizi hafifletecekler..
Bir de tam çıkarken bunu senelik yenilemeli diyecekler..
Siz mutlu mesut ayrılacaksınız.
Havalar ısınacak.
Terletmeye başlayacak kumaş. Eh malum naylon örtü koymakla aralarında bir fark yok.
Sonra gölge bir yer bulamayıp aracınızı güneş altına bırakınca o koltuk koruma denen polimer tabaka eğer eşit dağıtılacak biçimde uygulaması yapılmadıysa, sıcağın etkisiyle sakız gibi yapışacak her yerinize..
Değer mi? yoksa değmez mi? siz karar verin.
Bu satırlara kadar okuyorsanız... siz de benim tuzağıma yakalandınız demektir..
Ama tuzak başlıktaki gibi sizi aldatmaya yönelik değil tam aksine fark ettirmeye yönelikti.
Bunu ustaca yapanlara edebiyatçı deniyor...
Kendime itiraf:
Uzun zamandır yazmayıp cepten yiyordum..
Başlığa bakıp aldanmanız için hazırlandı bu tuzak...
Tıpkı diğerlerinin düştüğünü görüp "ben onlar gibi asla tongaya düşmem" diyerek kendini dünyadaki en uyanık kişi zannederek yaşamı boyunca kendi kendinden başkasını asla kandıramayacak olanlarla bir arada yaşadığınız bir dünyada "ben asla tongaya düşmem" diyenler için yazılmadığı için tüm bu uygulamaları üçe beşe bakmadan yaptırın gitsin.. Bu kimseler için buradan sonrasını okumak gereksiz ve dolayısıyla bundan sonrası spoiler...
Aracın ödemesini yapmanıza bir iki gün kala telefonunuz çalacak..
Telefondaki ses : "Beyefendi hayırlı olsun biz... Volkswagen bayisinden arıyoruz."
dediklerinde yüreğiniz bir gümbür gümbür atacak o an...
"Eyvah bir sorun mu çıktı yoksa?" diyerek..Telefonu tutmayan diğer eliniz istemsizce başınıza gidecek ...
Sonra kulağınızdan gelen verilerin işlenerek kulaklarınıza inanıp inanmamakta karar vermenizi sağlayan tüm o süzgeçlerden geçecek duyu verisi sizde yarattığı tusunami dalgasının saniyede 10 metre/saniye hızla beyninizde ilerleyecek ve düşüncenin ışıktan da yüksek hızı nedeniyle ruhunuzda en ücra köşeye yarattığı yıkımın ulaşması için, size bir yıl gibi gelecek bir kaç salise bekledikten sonra karşınızdaki yıkımın tam gerçekleştiğine emin olarak sakin sakin konuya girecek...
Telefondaki ses : "müthiş bir ... renk araç almışsınız koltuklarınız ne renkti acaba?"
Eh doğal olarak bir ana gerilen milyarlarca nöronun yarattığı stres hormonu yerini dopaminin "kimyasal bir bu da boşa gitmesin yazıktır diyerek dönüştürülmesiyle "serotonine ve tarifsiz bir tatmin ve mutluk duygusuna yol açacaktır. İşte bu nöro kimyasal işlemler Oksitosin'e dönüşünce ansızın temel içgüdülerimiz harekete geçecek ve daha bir samimi, sıcak ve yıllar önce kaybettiğimiz eski bir sevgilinin sesine benzetilecek mutlaka. İşte en büyük hatalarımızı cürümlerimizi işlediğimiz suç mahalli olan gençliğimiz ve suç ortağı hormonların galeyanına gelerek coşkusuna kolayca kapılıp ilk kalkan gemiye binecek duygularınız...
Siz uzaklaşırken ardınızdan koşsa da, bir karış yukarıda olduğu için altından geçtiğiniz ve altından geçmenin talihsizlik getirmesine batıl da olsa inanılacak talihsizliklerin başlamasına vesiledir bir merdivene çarparak yere düşen aklınızın geride kalması.Akıl başta değilse başa gelenler
Geride bırakıldığından değil kanatlanan duygulara asla yetişmesi mümkün olduğunu bildiğinden kaplumbağa ile tavşan masalında olduğu gibi kaplumbağa misali asla tavşanı geçemeyeceğini bildiğinden geçse geçse masallarda geçileceğini bildiğinden o zaten kazandığı finiş noktasında gelmesini ve kendisini bulmasını bekler duygularının.
Başlangıç noktası bitiş noktasıdır çünkü.. ve hikayenin sonu başından bellidir. Akılla çıkılmayan yolda başa döner duygular başa geldiğinde akıl anlaşılır ki kaybedilen zaman ve para değil tecrübesizliğimizdir.
Geç kaldı diye gemiye alınmayan ve limanda bırakılan aklımız ve mantığımızın vedalaşmak için el salladığını sanar duygular.Oysa ki, el sallamak yerine geriye gel diye çağırmaktadır son kez de olsa onu. Kulağa, dudağa, tene, tatma ve koklama duyularına hükmeden duygular; aslında bindirildiği geminin adını göremez; aklın telkin ettiği sezilerin çağrılarını duymazdan gelir; tenindeki yanma hissini heyecana ve yanık kokusunu hiç mi hiç almaz.... Çünkü maşuk aşığına ulaşmak ister ve bu uğurda sevdalandığı ışığın kaynağı bir pervanenin kanatlarını tutuştururcasına yaksa da, hissedemez, aşkın meyinin tarifsiz tadını halen damağında hissederken.. İşte o geminin adı Pişmanlıktır...
Gerçeğin kayalıklarına bindirmezse kayalıkları bulacak kadar uzağa dahi gidemediğindendir.
Mutluluk; aklı başındalık uğruna kurban edildiğinde tek bir damla göz yaşı dökmez..
Apartopar çıktığımız bu yolculukta kendisine varmayı istediğimiz arzu öznemiz veya nesnemiz olan aşık olunan, gemi ilerledikçe anlamsızca uzaklaşmakta ve bindiğimiz geminin bizi bir yere götürmeyip iki tur attırıp kandırıp bizi "kendimize geri getirdiğimizde" başımıza gelebilecek en kötü şeyin akıl olduğunu da bilmeli..
Tanrılar arasında bir tanrı olarak ölümsüz olmaktansa ölümlüler arasında bir köle olmayı tercih eden Akhilleus deli değildi. Sadece insanca yaşanacak duyguları ve hazları kurban etmeyi istemedi o kadar..
Ölümsüz olmak insanca tutku ve hazlardan müstesna bir yaşam yaşanmış mıdır? Ölümsüzlük sözde kalmış bir şeydir, aklın almayacağı bir şeydir ve aklın alamayacağını duygular kavrayıverir kimi zaman.. Her aşık aşkını ölümsüz sanar mesela... Hiç bitmeyecekmişçesine yaşar..
Ama bu yolculukta duyguların ödeyeceği bedel ağırdır; çünkü yaşamak ağırdır. Kendimizi kısa süreliğine ağırlıksız hissettiren o ses bizi alıp olmadığımız bir yere koymuş orada unutmuş olmalıdır. Eğer unutmamışsa da unutmalıdır..
Ama en çok da adına "hatıralar" denen aslen yaşamın fahiş bilet ücreti olarak ileride tahsilat için zorla imzalattığı hatalar ve cürümler manzumesinden oluşan senedine göz yaşı dökülmelidir.
Çünkü aslında bedel; ödendikçe ağırlaşan gam yüküdür, çektikçe azalacak yerde artandır, fırtınadan sonraki yıkıntı, selden geri kalan mildir.
Ancak okuma yazması olmadığını söylemesine aldırmayın. okuma yazması olmadığı için imza atamayacak olan ve parmağını basan, parmağını kendi gönlündeki yaradan akan kanına bulamış, gelmiş geçmiş en büyük yazar ve şairdir o.. mırıldanmasının terennüm olduğunu nice sonra anlayıp terennümün de ninni olduğunun farkına varıp uyutulan mantığımız olduğunu fark ettik, ettik; etmedik tuzağın veya kapanın yayının gerilmesine neden olacak doneleri karşımızdakine gönüllülükle boyun eğerek riyazetle teslim ederiz.
İrademizi teslim etmek, doğru yanlış diye karar vermek ve bir dolu kaçınılması gereken şeyden kaçınmanın verdiği ağırlıkla adımlarımızı sürükleyerek attığımız ve haz alamadığımız bu dünyada ansızın kendinizi ağırlıksız bir ortamda buluvermek demektir. İrade teslimi denen bu olgu tastamam telefonla dolandırılan herkesin başına gelendir. Tıpkı güzel bir filmi seyrederken onun aslında gerçek olmadığını hatırlatmak ve hatta dahası sahne ve perde arkası görüntüleri izlemekle aynı mazoşist yaklaşımdır. Oysa insan mucizelere inanmak ister, kahramanlıklara.. Hatta mucize gerçekleştiren kahramanının da kendisinin olduğu bir masala inanmak ister. Ve kandıran dolandırıcı değil kendi kendimizdir.
Telefondaki koltuğunuzun rengini soran sese Siyah deseniz;
Telefondaki ses:" siz şimdi siyah leke göstermez sanıyorsunuz oysa asıl o leke gösterir" diyecek.
Kum beji deseniz.
Telefondaki ses:" Ahhh. ne güzel ferak açık bir renk ama maalesef kir gösterir" diyerek tuzağın yayını, tuzağın ağını gerecek.
Sonra da sizi gerdikten sonra tekrar rahatlatacak o sihirli kelimeleri söyleyecek...
Telefondaki ses: "Ancak Beyefendi endişelenmeyin; sizin gibi özel (müstesna) müşterilerimiz için ücretsiz(bedava) koltuk koruma yapıyoruz."
O koyu renkli olanlar bahsini ettiğim sihirli kelimelerden bazılarıdır...
Bizler hangi cümle içerisinde olduğu fark etmez bu sözcüklere kodlanmış bir yaşantı süreriz. Bunları duyduğumuzda cümle içerisinde kullanıldığı yer ve hatta cümlenin anlamını yok sayarak bu sözcük bir anahtar ise biz parolayı; bu sözcükler bir parola ise anahtar sözcüğü söyleriz.
"Evet"
Ve arka landa bizim duymadığımız metal bir parmaklık kapısının sertçe çarpmasına benzer bir ses işitmeniz gerekirken işitmemeyi tercih ederiz. O ses kapanan tuzağı, kapanan kafesin sesidir. Artık içindeyiz. Artık rahatlayın... olan oldu.. Kaçmaya çalışmak faydasız.
Çünkü insana özgü kendini özel hissetme ve emeksiz kazanmaya da fırsat buldu mu değerlendirme isteği kontrolü ele almıştır. Telefonla dolandırılanlar ya derinden derine kendilerini suçlu hissedenler ve bunun kefaretini ödemekteler ya da aç gözlülüklerinin ve kendilerini özel hissetmenin/kahraman olmanın peşindeler.
Evet diyen; şu tapon yazısında olduğu gibi kendisini "hayatınızda yönetmen olup, istediğinize rol istemediğinize yol veren" sanarken aslında düpedüz kukladır.
Çünkü "Koltuk koruma" adını verdikleri sizin herhangi bir büyük marketten bulup 7 liraya alıp sıkıp uygulayabileceğiniz bir şey.
Hele hele oraya kadar gitmişseniz hipnotizenin en önemli kısmı olan kontrol altına girmenin en önemli aşamasını geride bırakmışsınızdır. Hatırlatırım en iyi hipnotize olanlar ; "Ben hayatta hipnotize olmam" diyenler olması gibi oraya kadar gidince size bir çay ısmarlayacaklar ve vicdanen suçlu ve borçlu hissettirmek yolunda ikinci adımı atacaklar... SOnra sizi beklemeye alacaklar 10 dakika sürmeyecek bir iş için sanki çok önemlimiş gibi göstermek adına bir saatte bitirme sözü verecekler. Eh ikinci çayı veya kahveyi içtikten sonra insan daha bir rehavete kapılıyor bedavaya buldum diye. O arada size :
- "Siz şimdi boya siz sıfır araba sanıyorsunuz ki çizik yok Aaaa bakın bir sürü metal tozu ve kılcal çizik dolu"
veya
- "buna motor koruma da lazım.. ama bedavaya yaparız boya koruma yaptırırsanız."
Maymun tuzağı denen bir tuzak var. maymun satanların onlara zarar vermeden keşfettikleri bir yöntem. bu yöntemde primatlara özgü açgözlülüğü onları avlamakta kullanıyorlar. Nasıl mı? bir adet Hindistan cevizi alıp içerisinden küçük bir maymun eli geçecek kadar delinir ve içi boşaltılarak bir ağaca bağlanır. İçerisine de maymunların sevdiği bir meyve veya yemiş konur. Maymun bu yemişi almak için elini sokar ama eliyle yemişi kavradığı için boşken güçlükle geçen eli artık bu delikten geriye çıkamaz. Maymun elindekini bırakmak istemez ve istemeyince de elini çıkaramadığı için kapana kısılır.
İşte bunun gibi size bu esnada başka bir teklifte bulunarak elinizdekini kaybetmeme hırsıyla kapana kısıldığınızı fark etmeden başka bir açgözlülük merkezinizi uyaracak nesne ortaya çıkartırlar.
Siz de yeni aldığınız bu araca kıyamayıp zarar gelmesin isteyeceksiniz.
Eh malum Sonra sürecekler wax'ı size boya koruma diye sizi kandırmaya kalkacaklar.
Alacaklar sizden 1000 lira
Bu "mazlum" ve "saf insanları" kandırdığınız için sızlayan vicdanınızın sızısını dindirmeye yetmeyecek belki ama cebinizi hafifletecekler..
Bir de tam çıkarken bunu senelik yenilemeli diyecekler..
Siz mutlu mesut ayrılacaksınız.
Havalar ısınacak.
Terletmeye başlayacak kumaş. Eh malum naylon örtü koymakla aralarında bir fark yok.
Sonra gölge bir yer bulamayıp aracınızı güneş altına bırakınca o koltuk koruma denen polimer tabaka eğer eşit dağıtılacak biçimde uygulaması yapılmadıysa, sıcağın etkisiyle sakız gibi yapışacak her yerinize..
Değer mi? yoksa değmez mi? siz karar verin.
Bu satırlara kadar okuyorsanız... siz de benim tuzağıma yakalandınız demektir..
Ama tuzak başlıktaki gibi sizi aldatmaya yönelik değil tam aksine fark ettirmeye yönelikti.
Bunu ustaca yapanlara edebiyatçı deniyor...
Kendime itiraf:
Uzun zamandır yazmayıp cepten yiyordum..
Moderatör tarafında düzenlendi: